“Kevin Hakkında Konuşmalıyız” Eva’nın kocası Franklin’e yazdığı mektuplardan oluşan aynı adlı Lionel Shriver romanından uyarlanmış. Amerika’da bir lisede yaşanan katliamdan sorumlu olan 15 yaşındaki Kevin’ın üzerine kurulu olan film, aslında anne ve aile olma kavramını yoğun bir pişmanlık hissiyle birleştirerek, toplumun “annelik” kavramına bakış açısını da irdeliyor. Yer yer izleyenin sinirlerini zorlayan film,
Kevin'ın annesi Eva hakkında…
“Bir gencin psikopat olmasının sebebi annesi midir? Yoksa bir insan doğuştan psikopat olabilir mi?” “Evladının işlediği bir suç yüzünden toplum anneyi mi cezalandırmalı?” “Yaşanan vahşetin sorumlusu kim?” sorularını kendi kendimize sorup cevaplamamızı isteyen bir psikolojik dram ile karşı karşıyayız
Eva bağımsızlığına düşkün, sürekli seyahat eden özgür bir kadınken Franklin’e âşık olur ve evlenir. Bir süre sonra hamile olduğunu öğrenen genç kadın pek istekli gibi görünmese de Kevin’i dünyaya getirir. Ve doğum sonrası kadınların çoğunun başına gelen şeyi yaşar; doğum sonrası depresyon. Doğumdan itibaren oğluyla sorunlar yaşamaya başlar. Kevin ile oyunlar oynayıp, onu konuşturmaya çalışsa da başarılı olamaz. Hatta oğlunun otizmli olmasından şüphelenir. Doktor hiçbir sorun olmadığını söylese de ortada bir sorun vardır. Küçük Kevin annesiyle hiç anlaşamaz. Bez bağlama yaşı geçmesine rağmen, tuvalete gitmemekte inat eder. Altına pisler ve bunu bilerek, isteyerek yapar. Yalnız olduklarında annesini çıldırtmak için elinden geleni yapar, babası eve gelince iyi huylu bir çocuk rolüne bürünür. Eva durumu kocasına anlatsa da adam ona inanmaz.Eva çaresizlik içinde bir çocuk daha doğurmaya karar....
Eva’nın bugününü ve geçmişte yaşadıklarını anlatan film, Eva’nın geçmişte yaşadığı anıları bazen uzun, bazen de kısa geri dönüşlerle aktarıyor. Geçmişi ve bugünü ayırt etmemiz çok kolay, çünkü Eva’nın yaşadığı yer, saçı, giyimi, her şeyi değişmiş…
Filmde yaşanan katliamı, gerçek vahşeti, ölü bedenleri asla bizlere göstermeyen yönetmen Ramsay, filmin ilk saniyesinden itibaren kırmızının her tonunu, farklı nesneler kullanarak filmini neredeyse kırmızıya(kana) bulamış. Kevin’ın yaptığı katliamda akan kanlar sıçrayıp, filmin içindeki nesnelere bulanıyor âdeta.
Asıl suçlunun kim olduğunu sorgulayan filmde, belli bir noktadan sonra suçlunun Kevin mi yoksa Eva mı olduğu sorusu anlamsızlaşıyor. Çünkü Eva kendisiyle Kevin'ı ayırt edemiyor; bu bir çok sahnede de açıkça ifade ediliyor zaten.
1969 İskoçya doğumlu kadın yönetmen Lynne Ramsay 1996 yılında çektiği kısa filmlerle dünya film festivallerinde ödülleri peş peşe kazanmış ve Ratcather adlı ilk uzun metrajlı filmiyle de başarısını taçlandırmıştı. Dokuz yıl aradan sonra çektiği üçüncü uzun metraj filmi “Kevin Hakkında Konuşmalıyız” ile bir çok ödül ve adaylık aldı.
Filme iki kadın damgasını vurmuş bence. Biri yönetmen Lynne Ramsay, diğeri de Tilda Swinton. İkisi de çok başarılı. Swinton harika bir oyunculuk sergilemiş. Beğendiğim oyuncuya bir kez daha hayran kaldım. Kevin rolündeki oyuncular Rock Duer, Jasper Newell ve Ezra Miller birbirinden başarılı. Oscar heykelciklerinin sinema adına verilmediğini bir kez daha anladım. Böyle muhteşem bir filmi göremeyecek kadar kör olmaları mümkün değil...
Aynı konuyu işleyen başka filmler olsa da; kadınların elinden çıkmış olan “Kevin Hakkında Konuşmalıyız” farklı bir estetiğe ve derinliğe sahip. Mükemmel bir görselliği ve kurgusu olan film, başarılı oyuncu seçimiyle de sinemanın yedinci sanat olduğunu bir kez daha izleyene hatırlatıyor. Filmden çok etkilendiğimi söylemeliyim. Filmi izledikten sonra bile düşünmeye devam ediyorsunuz. Zihninizin bir köşesinde yer ediniyor. Romanı okuyup, tekrar izlemeyi düşünüyorum.
Her ebeveynin mutlaka izlemesi gereken bir film… Özellikle annelerin…
0 yorum:
Yorum Gönder