RSS

Bian jing feng yun / Lethal Hostage (2012)



Uyuşturucu mafyasının mal teslimatı sırasında yaşanan olaylar sonrasında, ufak bir kızın mafya üyesi genç adam tarafından rehine olarak kaçırılıp, Burma'ya götürülmesini ve sonrasında yaşananları anlatan film baba-kızın karşılaşmasıyla açılış yapıyor. Babanın kızına kavuşmak için çabalaması ve yaşadıkları farklı bir kurguyla aktarılıyor. Film bana Johnny To filmlerini anımsattı.

Lethal Hostage'e suç-dram filmi demek daha doğru olur sanırım. 4 bölümden oluşan filmin sade anlatımı ve filmde kimsenin bir ismi olmaması filmi diğer suç filmlerinden farklı bir yere koyuyor.  Filmde sadece anlatılan baba-kız değil elbette... Genç polis memuru ve kız kardeşi, teslimatı  gerçekleştirecek olan bir mafya üyesi ve kızı kaçıran Çinli oyuncu Honglei Sun da var. Dediğim gibi filmde kimsenin adı yok; bir tek siyah köpeğin yani Feng Feng'in adı var. Oyuncuların hepsi çok başarılı performans çıkarmışlar. Baba rolünü oynayan oyuncuya hayran kaldım. Kızını kapıda karşıladığı sahnede özellikle...

Bir suç filmi için şiir gibi film lafını kullanmak biraz garip olsa da, "Bian jing feng yun" etkileyici görselliği ve kurgusuyla benim için şiir gibi bir filme çok yakın bir suç filmi...

Yönetmen Er Cheng'in ikinci yönetmenlik deneyimi ve çok başarılı. Senaryo ve yapımcılık görevini de kendi üstlenmiş.

Sarangni'den genç bir arkadaşın ricası üzerine gömülü altyazıdan çevirdiğim film benim içinde bir ilke sebep oldu.  İlk kez gömülü altyazıyla uğraştım. Biraz zahmetli bir iş olsa da, böyle güzel bir film için uğraştığıma değdi. 






  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Bian jing feng yun / Lethal Hostage (2012) Soundtrack


Dün akşamdan beri filmin soundtrack albümünü dinliyorum. Özellikle filmin sonunda çalan parça favorim. Youtube da Çince arayınca şarkıyı buldum.


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Guzaarish (2010)


"Black" filminin yönetmeni Sanjay Leela Bhansali'den yine başarılı bir dram...


Geçirdiği kaza sonucu felç olan sihirbaz çektiği acılara daha fazla dayanamaz ve ötenazi olmak ister. Hindistan yasalarına göre yasak olan ötenazi hakkını elde etmek için mahkemeye başvurur...

"Mar adentro" filminin Hindistan versiyonu olan film görselliği, doğal oyunculukları ve muhteşem şarkılarıyla izleyeni büyülüyor...







  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Rizhao Chongqing / Chongqing Blues (2010)


Sinema dilini, hikâye anlatımını sevdiğim yönetmen-senarist ve yapımcı Wang Xiaoshuai yine hoş bir dramla buluşturuyor bizi. Chongqing Blues; hüzünlü bir aile dramını anlatıyor. Daha doğrusu, Çinli bir baba-oğulun trajik öyküsünü...

Yıllar önce eşini ve oğlunu terk edip başka bir şehre yerleşen Kaptan Lin, sefer dönüşü oğlunun ölüm haberini alır ve Chongqing’e gider. Bir kadını rehin almasıyla başlayan trajik olayın sonrasında polis tarafından oğlunun öldürüldüğünü öğrenen baba, olaya karışan insanlarla birebir görüşmek, yaşananları onlardan dinlemek ister. Oğlunun böyle bir şeyi neden yaptığını anlamaya  çalışan, yas tutan babanın içinde bulunduğu içler acısı hali çok yalın bir şekilde yansıtan yönetmen diğer filmlerinde olduğu gibi bu filminde de sadelikten, doğallıktan ödün vermeden, görsel olarak başarılı bir filme imza atmış. Dört filmini izlediğim yönetmene seyrettiğim ilk filmi "Beijing Bicycle" ile hayran kalmıştım. 

Film baba-oğulun hikayesini aktarırken arka planda da Çin’deki nesil farkından ve 
hızla gelişen büyükşehirde yaşamanın ne kadar zor olduğundan; aile fertlerinin arasındaki bağların kopukluğundan ve yeni nesil gençlerin içinde bulundukları yalnızlıktan da bahsediyor aslında.

Filmde en etkilendiğim sahne; oğlunun kamera kaydındaki görüntüsünden büyük bir fotoğraf yaptıran babanın net olmayan fotoğrafa bakıp oğlunu hatırlamaya çalıştığı sahneydi. En son 9 yaşında gördüğü oğlunun 20'li yaşlarda nasıl bir delikanlı olduğunu görmek istemesi çok hüzünlüydü. 

Çok sakin ilerleyen film; hüzünlü, yürek burkan bir öykü...



Yönetmenin filmiyle ilgili yaptığı röportajdan alıntı:
“Chongqinq çok tuhaf bir yer. Çin’in iç kısımlarında yer alan Sichuan bölgesinin en önemli şehirlerinden biri. Günümüzün hayat dolu Çin’nin gerçek bir temsilcisi olmasına rağmen işçi sınıfının yaşadığı, mütevazı bir yer. Düşük kaliteli, büyük binalarıyla, daha çok mavi yakalıların yaşadığı, özellikle samimi atmosferi ile dikkat çeken bir şehir. Ben sürekli hareket halinde olan bir adamın hikâyesini anlatmak istedim. Chongqing’de yaşarken çoğu zaman dışarda, nehirdeki teknelerde çalışmış. Boşandıktan sonra, daha uzağa taşınarak nehrin aşağı kısmında yaşamaya başlamış. Şimdi ise deniz kenarında yaşıyor ve oradan denize açılıyor. Filmin adındaki “hüzün” kelimesini gerçekten seviyorum. Chongqinq sürekli sis altında kalan bir şehir. Güneş burada çok az görünür. Hatta bazıları buraya sis başkenti adını takmışlar. Sis, bulutlar ve kapalı bir gökyüzü nedeniyle burada yaşayanlar her zaman biraz hüzünlüdür. İşte babanın çok derinden hissettiği hüzün tam da böyle bir şeydir.”











  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

The Grand Master / Yut doi jung si (2010)


Uzun zamandır merakla beklenen The Grandmasters filminin ilk fragmanı yayınlandı!

Kar Wai Wong beş yıldır üzerinde çalıştığı yeni filmini tamamladı. Göz dolduran oyuncu kadrosuna sahip olan filmin şimdilik sadece Çin'deki gösterim tarihi 18 Aralık olarak açıklandı. 

Kar Wai Wong "The Grand Master" filminde, Bruce Lee’nin hocası, kung-fu ustası Ip Man’in hayatını anlatıyor. Filmde Ip Man’i canlandıran Tony Leung'e, Ziyi Zhang ve Chen Chang eşlik ediyor.





  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Den som dræber / Those Who Kill (2010)


Den som dræber / Those Who Kill (2010) ikişer bölümlük 5 kısımdan oluşan,
5 ayrı seri katil soruşturmasını barındıran bir dizi. 4 farklı yönetmen tarafından çekilen dizi Danimarkalı kadın yazar Elsebeth Egholm'un yazdığı çok satanlar listesinde yer alan polisiye-suç roman serisinden uyarlanmış. Danimarka yapımı polisiye dizide her bölüm farklı bir seri katilin işlediği cinayetleri soruşturan ekip, adli tıp ekibi ve adli psikiyatristin de yardımıyla olayları çözmeye çalışıyor.

Diziyi izlemeye başladığımda başrolde hayran olduğum Danimarkalı oyuncu, yakışıklı aktör Jacob Cedergren'in olduğunu bilmiyordum. İlk bölümde arz-ı endam ettiğinde çok sevindiğimi söylemeliyim. Oyunculuğuyla, karizmasıyla, ses tonuyla oyuncu olarak doğmuş biri... 

Başrollerde kadın dedektif Katrine Ries Jensen rolünde Laura Back ve adli psikiyatrist Thomas Schaeffer rolünde Jacob Cedergren var. Ayrıca soruşturma bölümünü yöneten Magnus Bisgaard rolünde Lars Mikkelsen ve adli tıp uzmanı Mia rolünde Lærke Winther Andersen yer alıyor. 5 farklı olayı anlatan 5 bölümden oluşan dizinin her bölümü sinema filmi tadında ve bir buçuk saate yakın süresi var... (Dizi esasen 10 bölüm ama ikişerli bölümler halinde 5 olayı incelediği için diziyi 5 bölüm olarak yazıyorum, karışıklık olmasın...)


Beş bölümü tek tek anlatmak yerine ilk bölümün bir kısmını anlatıp, diziyle ilgili bir şeyler yazmak en iyisi gibime geliyor. Ufak bir not: dizinin ilk bölümünü The Killing dizisinin ödüllü yönetmeni Birger Larsen yönetmiş. 

Korulukta bir kadın cesedi bulunur ve bu olayı araştırma görevi dedektif Katrine'e verilir. Adli tıp uzmanı cesedin 5-6 yıl önce gömüldüğünü söyler. Cesedin DNA örnekleri incelemeye alınır. Katrine davayı çözmesinde yardımcı olması için adli psikiyatrist Thomas'dan yardım ister. Genç adam artık polisle çalışmadığını söylese de Katrine'nin bıraktığı dosyayı inceledikten sonra dedektife yardım etmeye karar verir. Başka kadın cesetleri bulununca işler daha karmaşık bir hal alır. Thomas Schaeffer seri katillerin profillerini çıkarıp, kurban ve katil arasındaki bağlantıları çözmeye başlar. 

Dizide polisin canice cinayetler işleyen seri katilleri bulmaya çalışmaları anlatılırken, aynı zamanda  Thomas'ın oğlu ve karısı da hikayeye dahil olur. Kişisel sorunları olan Thomas'ın bir süre sonra karısı ile olan ilişkisi de zor bir döneme girer. Çok fazla altı çizilmese de geçmişte bazı kötü olaylar yaşayan dedektif Katrine'in de psikolojik sorunları olduğunu dizinin ilerleyen bölümlerinde anlıyoruz. Bu noktada şunu belirtmek de yarar var. Diziye sadece polisiye-gerilim-suç dizisi demek yanlış olur. Çünkü dram yönü de ağır basıyor. 

Broen dizisinde olduğu gibi bu dizide de İskandinav ülkelerine has o kasvetli-kapalı hava diziye ayrı bir güzellik katmış. Her bölümde ele alınan seri katil davası incelikle işlenmiş. Kuzey Avrupa'ya has bir güzellik barındıran çekim teknikleri, özgün hikaye anlatımı ve başarılı oyunculuklarıyla sevdiğim dizilerden biri oldu "Den som dræber" ...


Dedektiflerinde bizler gibi korkuları-kişisel sorunları olduğunu izleyene hatırlatan dizi seri katillerin profil analizlerine-adli tıp incelemelerine de detaylı olarak yer veriyor. Ayrıca dizide olay yeri incelemeleri ve soruşturma sahneleri çok gerçekçiydi.
Amerikan dizilerinden ayrılan noktası bence (ve en önemlisi)... oyuncuların başarılı performansları, Avrupa dizilerine has özgün bir havası ve anlatımı olması....

Dizi çok beğenilince Den som dræber - Fortidens skygge (2011) adında 90 dakikalık bir film çekilmiş. Maalesef filmi internette çok aramamıza rağmen bulamadık. Bu harika dizinin çevirmeni sevgili Ying Yang filmin çevirisini de yapmak istiyor. Umarım filmi çok yakında bulabiliriz.

Seri katilleri konu alan gerilim ve aksiyon tozu yerinde polisiye-suç-dram türünün başarılı örneği olan Danimarka yapımı diziyi izlemenizi tavsiye ederim. Amerikan dizilerinden sıkılanlara ilaç gibi gelecek... benden söylemesi...



  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

İz (Reç) / Rêç (2011)


“Toprağına Gömülemeyen Anaların Hatırasına”

Yönetmen M. Tayfur Aydın’ın ilk uzun metraj filmi olan İz (Reç) Yavuz Ekinci’nin 
“İncir” adlı öyküsünden uyarlanmış. Filmin senaryosunu yönetmen Aydın yazmış. 
Son seyrettiğim iki Türk filminden (Nar ve Dedemin İnsanları) umduğumu bulamadığım için İz’i izlemeye başlarken inşallah güzel bir filmdir diye içimden geçirmedim değil.

80 yaşlarındaki Şeristan nine, oğlu Mirza ve torunlarıyla İstanbul’un varoşlarında yaşamaktadır. Devletin zorla boşalttığı köylerinden 20 yıl önce İstanbul’a göç etmek zorunda kalmışlardır. Şeristan nine hastalanır ve oğlundan kendisini köyüne götürmesini ister. Oğlu Mirza'ya; “Eğer yapabiliyorsan, buna cesaretin ve gücün varsa... 
beni vatanıma götür, oraya göm.” der. Ufak torunu Hevi’nin de yapacakları yolculuğa katılmasını ister. Böylelikle film yol filmine dönüşür. Trenle Batman’a yapılan iki günlük yolculuğa ve sonrasına şahit oluruz. Spoiler vermemek adına daha fazla yazmak istemiyorum.




Derdini etkileyici şekilde anlatmayı başaran eli yüzü düzgün, başarılı bir ilk film. Filmin ikinci yarısını daha çok sevdiğimi eklemeliyim. Filmin başlarında yer alan Hevi ile aşık olduğu kızın yer aldığı sahneler bana hem gereksiz, hem de oyunculuk olarak çok zayıf geldi. Bilal Bulut maalesef Hevi'nin yaşadığı kimlik bunalımını ve rolünü hakkıyla canlandıramamış. 

Filmde Şeristan nineyi canlandıran Melahat Bayram hiç sinema deneyimi olmamasına rağmen çok doğal ve içtendi. Necmettin Çobanoğlu da Mirza karakterinin içinde bulunduğu psikolojik durumu başarılı şekilde seyirciye hissettirmeyi başarıyor. Çekimleri İstanbul, Diyarbakır ve Batman’da gerçekleştirilen filmin görüntü yönetmenliğini üstlenen Emre Konuk harikalar yaratmış. Hele uzak plan çekimler muhteşemdi...

Doğunun coğrafyasının etkileyici görselliği, müzikleri (özellikle ninenin trende söylediği türkü) ve çarpıcı finaliyle sevdiğim bir film oldu İz (Reç). Filmin insana odaklanması filmi daha da özel kılıyor. Bir oğlun anasına verdiği sözü tutmak için çabalaması seyre değer. Son karesinde öylece kalakaldığım ender filmlerden biri...




Filmi izleyenler için yönetmen Tayfur Aydın ile yapılan röportaj:

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Isabella / Yi sa bui lai (2006)





İlk izlediğim uzakdoğu filmlerinden biri Isabella. İzledikten çok sonraları özel istek üzerine çevirisini de yaptım. Müzikleri, Macau'nun muhteşem manzaraları ve Isabella Leong'un duru güzelliği ile aklımda yer eden sevdiğim bir film.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

28 Days Later... / 28 Gün Sonra (2002)


28 Gün Sonra favori korku filmlerinden biri, en az 7-8 kez izlemişimdir.Devam filmini beğensem de ilk filmi daha çok seviyorum. Filmin soundtrack albümü de çok başarılı...


Remix versiyonları:

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Do-ga-ni / Silenced (2011)


Do-ga-ni, 2005 yılında Güney Kore'de Gwangju şehrindeki işitme engelli çocukların kaldığı yatılı bir okulda yaşanmış gerçek olayları aktarıyor. Okul Müdürünün ve iki öğretmenin okuldaki bazı kız ve erkek çocuklarına uyguladıkları fiziksel şiddet ve cinsel tacizleri anlatan film, davanın mahkeme sürecine de yer veriyor.

Jee-young Cong'un romanından uyarlanan filmin senaryosu yönetmen Dong Hyeuk Hwang'a ait. Başrollerde Yoo Gong ve Yu-mi Jeong yer alıyor. Filmde gerçek taciz davasında adı geçen 6 öğretmen ve diğer çocukların hepsine yer verilmemiş. Ayrıca filmin yayınlanmasından sonra Gwangju şehrinde yaşanan protestolar sonucu okul Kasım - 2011 yılında kapatılmış.



In-ho Kang (Yoo Gong) annesini ve kızını Seul'de bırakıp, Gwangju şehrindeki
Ja Ae İşitme Engelliler Okulunda resim öğretmeni olarak göreve başlar. In-ho Kang okulda yaşanan bir olay sonrasında, bazı çocukların fiziksel şiddete ve cinsel tacize maruz kaldığını öğrenir. İnsan Hakları Derneğinde çalışan Seo Yoo-Jin (Yu-mi Jeong) ile birlikte iki erkek ve  iki kız çocuğuna uygulanan bu insanlık dışı olayı kamu oyuna duyurup, bu suçu işleyen adamların cezalandırılmalarını sağlamaya çalışırlar.Sağlamaya çalışırlar diyorum çünkü yetkili kurumlar olayın kendi kurumlarını ilgilendirmediğini, diğer kurumun soruşturması gerektiğini söylerler.

Devlet kurumları tarafından sahip çıkılmayan çocukların mahkeme süreci boyunca da
bu iki genç insan çocukların yanlarından bir an olsun ayrılmazlar. Suçu işleyen iki kişi okulun kurucusunun oğulları olunca, adamların suçsuz olduklarını savunan yardakçıları da çok olur. Çocuklara inanmayan, inanmak istemeyen bazı kişiler müdürün kiliseye yaptığı yüklü yardımları dile getirirler. Yargılanan okul Müdürü ve kardeşi paranın gücünü ve nüfuzlarını da kullanarak Hakim ve Savcıyı bile satın alırlar.


Ufak çocukların kamera karşısında ifade verişleri, mahkeme salonunda yaşananlar, büyükannesinin davadan çekildiğini öğrendiğinde Min Soo'nun isyanı ve video kayıtlarını savcıya teslim eden iki genç insanın mahkeme salonunda yaşadığı şok... filmin açılışında ufak oğlanın intiharı en sarsıcı sahnelerdi...

Çocuk oyuncular öylesine başarılı performans sergilemişler ki, bir an sanki olayın belgesel kayıtlarını izliyor hissine kapılıyorsunuz. Ayrıca yönetmen yaşananları tüm gerçekliği ve yalınlığıyla aktarmış. Son dönem izlediğim en etkileyici filmlerden biri oldu "Silenced". İşitme engelli çocukların yaşadıklarına kulaklarını tıkayan yürekleri engelli insanları izledikçe isyan ettim. Bu dünya tatlısı çocukların başına gelenleri izlerken bazen küfretmedim desem yalan olur... Onlarla bir ben de ağladım, yüreğim sıkıştı.

Do-ga-ni, daha geçen aylarda ülkemizde yaşananları hatırlattı bana. 13 yaşında
26 erkeğin tecavüzüne uğrayan N.Ç.'nin davasında alınan karar Türkiye'yi ayağa kaldırmıştı. Kendi rızasıyla birlikte olmuştur diye hükme varmıştı mahkeme. 26 kişinin titrlerini düşünürseniz....

Adalet kavramının her ülkede aynı şekilde uygulandığını seyretmek adalet sistemine olan inancımızı da yerle bir ediyor. Adaletin terazisinin nüfuzlu ve maddi gücü elinde bulunduran kişilerin tarafına ağır bastığını bir kez daha gözler önüne seriyor film.

Adaletin adil şekilde uygulandığı, gerçek suçluların doğru düzgün yargılandığı, tecavüzlerin - şiddetin olmadığı bir toplum bulmak ne kadar zorlaştı dünya denen cehennemde...

Bu film gelecekle ilgili umutlarımı aldı götürdü bir anlamda....




  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Bron / Broen / The Bridge (2011)


Danimarka ile İsveç arasında bağlantı sağlayan Öresund Köprüsünde kısa bir süreliğine elektrik kesilir ve köprü aydınlandığında tam da Danimarka – İsveç sınırının olduğu noktada yerde yatan bir kadın cesedi bulunur. İki ülkeninde  emniyet güçleri olay yerine gelir. Malmö Emniyetinden İsveçli dedektif Saga Norén (Sofia Helin) ve Kopenhag Emniyetinden Danimarkalı Martin Rohde (Kim Bodnia) böylelikle tanışırlar. 

Buldukları İsveçli politikacı bir kadının cesedidir; arabası da İsveç plakası olunca soruşturmayı İsveç Emniyeti üstlenir. Görevliler adli tıpa götürmek için cesedi yerden kaldırmaya çalışınca cesedin bel kısmından kesilip ikiye ayrıldığının farkına varırlar. Adli tıpta yapılan incelemeler sonucu cesedin alt kısmının ölen politikacı Kerstin Ekwall’a ait olmadığı anlaşılır. Cesedin diğer kısmı 13 aydır kayıp olan uyuşturucu bağımlısı bir fahişeye aittir. 23 yaşındaki kayıp Monique Brammer Danimarkalı olduğu için iki ülkenin ortak bir soruşturma yapması kaçınılmaz olur. Saga bunu başta kabul etmek istemez gerçi…

Temposu hiç düşmeyen polisiye dizisi daha ilk bölümüyle de farkını gösteriyor. Birbirlerinden çok farklı olan biri kadın biri erkek iki dedektifin katili bulmaya çalışmaları çok daha karmaşık olayları araştırıp çözmelerine kadar ilerlerken, Martin’in aile ilişkileri ve Saga’nın gariplikleri de öyküye eklenince dram ve komedi tozu ayarında bir gerilim-gizem ve polisiye dizisi izliyoruz.


Bron / Broen yani "Köprü" ilk bölümüyle insanda bağımlılık yapan başarılı bir İsveç – Danimarka ortak yapımı… Broen seyrettiğim diğer polisiyeler gibi değil, bir çok türü içinde barındıran dizi görselliği ve diyalogları ile de izleyeni fazlasıyla tatmin ediyor.

Çok sevdiğim dizilerle ilgili bir şeyler yazmak istemem nedense. Hem sevdiğim şeyleri paylaşmak istemem, hem de sanki yazdıklarımda eksik bir şeyler olacak, diziyi tam hakkıyla anlatamayacakmışım gibi gelir. Umarım Broen’a yakışan bir şeyler yazabilirim.


İtiraf etmem gerekirse ilk bölüm dedektif Saga’ya biraz gıcık oldum. Ama sonrasında kadını daha iyi tanıdıkça farklı kişiliğinin hoş yanlarını, doğallığını ve aşırı açık sözlü olmasını sevdim. En çok da zekasına hayran kaldım. Birçok erkeğin çözemediği, akıl edemediği şeyi kendini toplumdan soyutlayan bu sarı saçlı güzel kadın çözüyor. Hele bara gidip de eve erkek atışı, çok komikti. Nezaket kurallarından hiç haberi olmayan genç kadına Martin yol yöntem öğretmeye çalışırken, aslında kendisi de Saga’dan bazı şeyler öğrenir.

Dedektiflerin peşinde olduğu katil çok zekidir.Uzun süredir bu işi planladığı, araştırmalar ilerledikçe anlaşılır. Yaşanan ahlaki çöküşten ve sosyal sorumluluktan bahseden notlar gönderen katil, gazeteci bir adam aracılığıyla iletmek istediklerini halka, medyaya duyurur. Toplumsal yozlaşmaya dikkat çekmek için 5 farklı olay gerçekleştireceğini de iletir. Saga ve Martin’in ekibi elinden geleni yapsalar da katil hep onlardan bir adım öndedir. İşlenen cinayetler ve yaşanan olayların örgüsü çok zekice işlenmiş. Ayrıca İskandinav ülkelerinin bulutlu, kasvetli havası diziye ayrı bir güzellik katmış.

Kadın-erkek ilişkileri, aile bağları, diğer insanlardan çok farklı olan genç bekar bir kadının hayatı, polislerin olayları araştırma süreçleri…. O kadar çok konuya ve olaya değinen bir dizi ki... Sağlam kurgulanmış, seyir keyfi yüksek bu harika diziyi mutlaka izleyin derim....


Hem Martin, hem de Saga rolündeki iki oyuncu da muhteşemler. Diğer yan roller de çok başarılı… Dizide favori oyuncum  Saga rolündeki Sofia Helin oldu. Saga’nın zekası, insanları umursamayan rahat tavrı, bir gram bile makyajsız doğal hali ve diyalogları harikaydı. Martin Rohde rolündeki Kim Bodnia sevdiğim bir oyuncuydu, bu diziden sonra kendisine hayranlığım daha da arttı. Bundan sonra izleyeceğim her polisiye diziyi sanırım Broen ile karşılaştıracağım, aynı kaliteyi arayacağım.

10 bölümlük mükemmel bir dizi Broen. Nette ikinci sezonun bu sene sonu çekileceğini okudum ama bence devamının yapılmasına hiç gerek yok. Çünkü finali de çok başarılıydı. Acaba ne olacak diye bir şey düşünmüyorsunuz. Dizinin son karesini izledikten sonra aklınıza takılı kalan bir şey olmuyor... 

Saga'nın yüzü halen gözümün önüne geliyor ve söylediği sözleri düşündükçe tebessüm ediyorum. Sevdiğim, pardon "sevdiğim" lafı az kalır.. Bayıldığım bir dizi oldu Broen.




  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...