RSS

Belvedere (2010)


Srebrenitsa katliamı; 11 Temmuz 1995’de Hollandalı Komutan Thom Karremans’ın Sırp generale (çetnik birliklere) teslim ettiği 8000 Müslüman erkeğin ve çocuğun, Birleşmiş Milletler Barış Gücü tarafından güvenli bölge olarak ilan edilmiş bölgede Sırplar tarafından katledilerek yine aynı güvenli bölgede kazılan toplu mezarlara gömüldüğü katliamdır. Srebrenitsa katliamı, II. Dünya Savaşı’ndan, bu yana Avrupa'da gerçekleşmiş en büyük toplu katliam olması ve Avrupa’daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşır.


Adını katliamdan kurtulanlar için Gorajde şehrinde kurulan Belvedere mülteci kampından alan film, savaşın üzerinden geçen 15 yıla rağmen, günlerini toplu mezarlarda geçiren, yakınlarının nereye gömüldüklerini öğrenmek isteyen, çaresizlik içinde bulunan cesetlerin arasında yakınlarını arayan Boşnak kadınların hazin, acıklı öyküsünü aktarmaktadır.

Kocalarını ve evlatlarını katliamda yitiren kadınların insani ve çok doğal bir isteği vardır… 

Aile bireylerinin bir mezarı olmasını istemektedirler. Avrupa’nın göbeğinde yaşanan insanlık dışı katliamın üzerinden 15 yıl geçmesine rağmen, başka toplu mezarlar ortaya çıkmaktadır. Arama çalışmaları ve bulunan kemiklere uygulanan DNA tespit işlemleri çok yavaş ilerlemektedir. 
Boşnak kadınlar bir umutla, çaresizlik içinde beklemektedir.

Belvedere, Boşnak Ruveyda ve kardeşlerinin hikâyesi üzerinden Srebrenitsa katliamında ailelerini yitiren, yalnız ve acılı kadınların içinde bulundukları trajik durumu, yalın ve gerçekçi bir şekilde gözler önüne seriyor.

Film, sadece Belvedere kampında yaşayan üç kardeşin içinde bulunduğu psikolojik ve toplumsal duruma odaklanmıyor. Yönetmen Imamovic, yaşanan vahşetin boyutlarını daha geniş açıdan görmemiz için; bulunan toplu mezarlarla-mezarlardan çıkarılan insan kemikleriyle; Boşnak kadınların-kızların kayıplarını kamuoyuna hatırlatmak, unutturmamak için köprü üzerinde yaptıkları eylemle de senaryosunu pekiştirmiş.

Üç kardeşin yaşadıkları acıyı kabullenişi, hayata tutunma çabaları farklılık gösterse de hepsinin yüzlerinden, tavırlarından, bakışlarından acılarını görebiliyor, hissediyorsunuz…

Savaş öncesi öğretmenlik yapan Ruveyda, öylesine içine kapanık, kendi kabuğuna çekilmiştir ki; tekrar öğretmenlik mesleğine dönmek istemez. Sağlık sorunu olan ağabeyine hemşirelik yapar. Onu hayata bağlayan tek bir şey vardır… o da, ailesinin cesetlerini bulmaktır. Evladını ve kocasını öldüren Sırp’ın (çeltik) kim olduğunu bilir, cesetleri nereye gömdüğünü 
öğrenmek için elinden 
geleni yapar. 

Filmde genç kadının Tanrı ile yaptığı içsel konuşmaları, Ruveyda’nın hissettiği acıyı, feryadını, evladına ve kocasına olan özlemini içtenlikle yansıtıyor ve böyle bir acının üstesinden gelebilmenin-kabullenebilmenin ne denli zor olduğunu hissettiriyor izleyene...  
Filmden gerçekten çok etkilendim ama bir anne, bir eş olarak en etkilendiğim sahneler Ruveyda'nın içsel konuşmalarının olduğu sahnelerdi. 


Katliamda ailesini yitiren, belden aşağısı olmayan ağabey ise bir anlamda hayatta olduğuna isyan etmektedir. Sağlık sorunu olmasına rağmen yaşadıklarını unutmak için kendini içkiye vermiş, oğlu Harun ile de sağlıklı bir iletişim kuramamaktadır. Karısını ve evlatlarını kaybeden Aliya’nın bakımını kız kardeşleri üstlenmiştir. Tıpkı diğer geride kalanlar gibi, Alija da yaşadıklarını unutamaz, bir an gelir Tanrı’ya isyan eder. Kız kardeşi Ruveyda’ya şöyle der: “Allah neden hayatta kalmama izin verdi, bir türlü anlamıyorum. Güzel kardeşim, söylesene… Allah neden canımı almadı?” 
 İki kardeşin acılarını paylaştıkları bu sahne filmde en etkilendiğim sahnelerden biridir. 
İki oyuncu da öylesine doğallar ki, izlerken boğazımda bir yumru düğümlendi.

Ruveyda’nın ablası Zeyna da katledilen kocasının ve oğullarının cesetlerinin bulunmasını bekler umutsuzca. Diğer iki kardeşten daha farklı olan Zeyna, kendi halinde, daha iyimser, olanları çaresizce kabullenmiş gibi görünmektedir. Oğlu Adnan bir anlamda annesinin hayata tutunmasını sağlar. Oğlu Adnan yani Ado ise hem mülteci kampından kurtulmak, hem de kendince yeni bir hayata başlamak için Sırbistan’da yani Belgrad’da yapılacak “Biri Bizi Gözetliyor “ formatındaki yarışmaya katılmayı kafasına koyar ve başvurusu kabul edilir.

Film, bu dört ana karakterin hayatından kesitler sunar. Yönetmen filmin genelini siyah beyaz olarak çekmeyi tercih etmiş; 
hikâyenin daha iyi algılanmasında ve akılda kalıcı olmasında bu kararının yeri yadsınamaz …


Filmdeki tüm oyuncular başarılı performans sergilemişler. Başroldeki Sadzida Setic, doğal ve mükemmel oyunculuğuyla gerçekten rolünün hakkını vermiş. Setic repliklerini gözleriyle, yüzüyle söylüyor sanki... Ayrıca Ruveyda’nın ağabeyi Aliya rolünü canlandıran Nermin Tulic’i de çok 

başarılı buldum.

Siyah beyaz çekimlerin etkileyici ve şiirsel olmasının yanı sıra, reality şov görüntülerinin renkli kullanılması; anlatılan öyküyü daha çarpıcı kıldığı aşikâr. 
Siyah beyaz, acıyı, yokluğu, gerçek hayatı aktarırken; renkli görüntüler refahı, yapaylığı, kaygısız insanları aktarıyor... ironik şekilde harmanlıyor sanki... Siyah beyaz ve renkli görüntülerin kurgusunun da çok başarılı olduğunu belirtmeliyim. Senaryonun yazımında da yer alan Boşnak yönetmen Ahmed Imamovic ikinci uzun metraj filmi Belvedere ile düşündüren, sorgulayan, başarılı bir filme imza atmış.

Film, savaşın bitmesinin yaşanan acıların unutulacağı anlamına gelmediğini bir kez daha hatırlatıyor bizlere. Geride kalan kadınların-insanların içinde bulundukları hazin durumu gözler önüne seren Belvedere, Srebrenista annelerinin acısını yüreğimize kazıyor âdeta….






  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

1 yorum:

Mitra dedi ki...

Hvala ti sestra nano. :)

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...